Limonumuzun annesi Sevilay Arslan yazıyor: 

Yokluğuna nasıl alışılır oğlum, yavrum, ömrüm..? Ben seninle birdim yumoşum… Yumuşacıktın, mis gibi kokardın… Öpmeye doyamazdım, o güzel kokunu içime çekmeye nefesim yetmezdi ki… Ben seninle vardım oğlum, öylesine bağlıydım sana. Hayatımın tüm önemli anlarında, tüm dönüm noktalarında hep sen vardın yanımda, onun için ömrüm derdim sana.. İzmir’de ailemden, sevdiklerimden uzak okumaya çalışırken sen nefes olmuştun bana… Ne zaman hasretlikten, yalnızlıktan boğulacak gibi olsam seni alırdım kucağıma… Çoğu zaman kederimi hissedip sen gelirdin yanıma zaten… Kucak kedisi olmamana rağmen çıkar otururdun kucağıma… Seninle okulumu bitirdim, mezun oldum. Heyecanla ilk işime başladım, vardın. Evlendim, vardın… Seninle gelin oldum, düğün oldum. Seninle anne oldum; ama sen daha doğurmadan anne olmayı öğretmiştin ki bana zaten… Koşulsuz sevmeyi, ama yine de kimseye eyvallah etmemeyi… Asil olmayı, gururlu olmayı… Karşılık beklemeden, sitem etmeden sevilmenin ne kadar muhteşem bir şey olduğunu gösterdin bana 18 yıl boyunca… Seni evde birazcık fazla yalnız bırakmış olsam suçlulukla eve koşardım hep, sense öyle güzel, öyle mutlulukla karşılardın ki beni.. Üzülme derdin sanki, sen yokken hiç sıkılmadım evde, ben seni beklerken sıkılmam ki… Bu nasıl özel bir duyguydu benim için bilemezsin… Ama yok yok bilirdin, seni ne çok sevdiğimi, sana nasıl derin bir bağlılık duyduğumu çok iyi bilirdin ömrüm… Sen de bana öylesine bağlıydın.. Evde biri bana sesini yükseltsin hemen itiraz ederdin… Bir keresinde ablamla yastık savaşı oynuyorduk çığlık çığlığa; sen ağlamaklı bir tonda miyavlarak öyle bir atlamıştın ki ablamın üzerine… Oyun için bile olsa benim tehlikede olabileceğim fikrine dayanamazdın sanırım… Sonrasında defalarca denemiştik bunu, tesadüfen mi oldu diye ama sen her seferinde korumuştun beni. Bu yüzden yeryüzüne benim için gönderilmiş bir melek olduğunu düşünürdüm ömrüm… Yeryüzü meleğim benim…

Şimdi yok musun yani? Nasıl olabilir ki böyle bir şey? Benim kolum, kanadım kırılır ki sensiz yavrum benim… Seni kucağıma alıp, kelimeyi uzatarak, gönlümden çıkararak “oooğğğlummmm” derdim sana; sen de öyle güzel bakardın ki bana, sevgi akardı gözlerinden bana doğru, taşardı… İçim erirdi o bakışına… Dışarıdan bakan biri bile anlardı bu sevgi yoğunluğunu hayret ederek… Sevgiyle, aşkla bakıyor bu oğlan sana demişti bir keresinde bir arkadaşım; ömrüm o benim çünkü diye karşılık vermiştim gururla…

Seni Ankara’da bırakıp evime döndüm sözde ama bu ev benim evim gibi değil artık, öyle soğuk, öyle yabancı… Evde duramıyorum oğlum içinde sen yokken… Koltuğun üzerinde, sen uyurken üşüme diye örttüğüm hırkam kalmış yavrum, yarısı koltuğun üzerinde yarısı yerde… Uyanıp kalkmışsın yerinden, koltuktan atlamışsın üzerindeki hırkayla, o da öylece kalakalmış yarısı koltukta yarısı halıda… Sanki hiç gitmemişsin gibi, hiç hasta olmamış, hiç eziyet çekmemişsin gibi ömrüm… Nasıl sardım seni tülbente de bırakabildim toprağa, göğsüme sıkı sıkı sarmak isterken, kopamazken senden… Nasıl bırakabildim seni… Son kez öpmedim oğlumu diye son pişmanlığım, oysa defalarca öptüm seni kokladım; ama beynim o son öpücüğü bu son diye kazımak istememiş hafızama… Öptüm gerçekten değil mi diye soruyorum habire… Öptüm değil mi ömrüm?

Şimdi eve geldiğimde beni karşılamayacak mısın oooğğğğlum…? Evin içinde parkelerde yürürken “pıt pıt pıt” ayak seslerini duymayacak mıyım bir daha? Oysa o sesi her duyduğumda istisnasız gülümserdim. Pıt pıt pıt pıt… Ya seni sevdiğimde ya da mama istediğin zamanlarda tıkırdayışın… Kesinlikle duyabileceğim en güzel ses derdim hep o tıkırdayışa… Senin gibi tıkırdayabilen, mırlayan başka bir kedi görmedim zaten, sen bir başkaydın… Son yıllarında kronikleşen kabızlığından dolayı zorlanırdın hep. Bu yüzden kakanı yapınca çok mutlu olur; tuvaletten çıkar çıkmaz evin içinde yarış atı gibi koştururdun sevinçle. Biz de gülüşürdük aramızda, “oohh kaka yaptı benimki, mis mis” diye… Sanki kabız olan benmişim gibi bir rahatlama gelirdi bana da.. Sabahları ne güzel uyandırırdın “mırrr” diyerek… Kibarlıkla uyanmamışsam patini yapıştırırdın burnumun üstüne… “Anne” derdin ya bariz…! Ötesi var mı? Duyanlar hayret ederdi… Küçük kızım, bana anne deyişini ilk duyduğunda çok şaşırmış “aa anne yumon konuşuyor” demişti, çok gülmüştük… Bunların hiç biri olmayacak mı şimdi…? O zaman ben nasıl aynı ben olabileceğim peki? En hayvan sevmeyen insan bile beni sensiz düşünemezken ben nasıl ben olabileceğim… Çok özeldin oğlum, çok başkaydın… Daha 1 aylık bile yoktun seni sokakta çaresiz, annesiz ve perişan halde bulduğumuzda… Aynı günlerde komşumuz da seninle aynı yaşlarda kör bir yavruyu evlat edinmişti… Balkız koymuştu adına… Ve sen aşık olmuştun Balkıza… Balkız hiç yüz vermezdi sana… Senin güzelliğini göremiyordu ki ne yapsın.. Ama sen hiç vazgeçmedin ondan. Komşum seni hırpalayarak, sinirlendirerek sevmeye bayılırdı. Bu yüzden hiç sevmezdin onu, nefret ederdin hatta; yanından geçerken bir pati atardın mutlaka, evin içinde kovalamışlığın bile vardı, yakalayıp hacamat etmek için. Kapı çaldığında merakla gelip bakardın gelen kim diye, gelen komşumsa pıhlayıp sokurdanarak içeri kaçardın, ama komşumun kucağında Balkız varsa beklerdin yere indirmesini… Balkız’a hürmeten annesine tahammül gösterirdin. Aradan yıllar geçti seni alıp Ankara’ya taşındım ama Balkız’ı hiç unutmadın… İsmini duyunca oturduğun yerden doğrulup mırlayarak heyecanla evin içinde onu arardın… İçim ezilirdi, kıyamazdım, kimseye Balkız dedirtmezdim.

Çok afacandın küçükken. Mutfakta yemek yaparken üzerimize tırmanıp omzumuza tünemeye bayılırdın… Bir keresinde eve geldiğimde seni perdeye asılı vaziyette bulmuştum… Selam anne bir zahmet şu patilerimi taktırdığım perdeden bir kurtarıversen hadi canım hadi acele et der gibi haylaz bir ifade vardı yüzünde… Seni tanıyanlar buna da hayret ederdi, o koca gözlerinle her duygunu anlatırdın… “Oğlum kuş geldi” dediğimde ok gibi fırlardın yerinden, salonda durup yüzüme bakardın heyecanla, mutfakta dersem mutfağa odada dersem odaya koşardın. O kadar da akıllıydın… Biz yemek yerken yanıma oturur patinle dürterdin beni… Masaya koyduğum minik parçayı patinle alıp ağzına götürürdün… Bazen de gıcıklığına saklanırdın evin içinde, ne kadar arasak nafile, ne kadar çağırsak boş, lütfedip gelmezdin yanımıza… İşte o anlarda haşlanmış yumurtayı tık tık vururduk tezgaha; hiçbir şey olmamış gibi koşarak gelirdin mutfağa, biri benden habersiz yumurta mı yiyor diye…

Seni hiç bırakmadım. Her gittiğim yere götürdüm, şehir şehir gezdin benimle… Kaldığımız misafir evlerinde hiç mahçup etmedin beni… Yolculuklarımızda hiç yormadın. Tuvaletin geldiğinde haber verirdin, hemen sağa çeker kum kabını koyardık, sen de çişini yapıp taşıma kafesine girerdin aceleyle, tamam yola devam edebiliriz dercesine… Dedim ya hiç mahçup etmedin, üzmedin beni… 8 yaşında ağır bir hastalık atlattığın için çok dua etmiştim bir daha eziyet çekme, hasta olma diye ama olmadı oğlum… İlk hastalık belirtileri baş gösterdiğinde artık Ankara’da yaşamadığım için panik olmuştum ne yaparım diye… Seni aldım Ankara’ya doktoruna götürdüm. Birlikte son yolculuğumuzmuş meğerse, bilemedim, konduramadım. Seni rahatlatmak adına birtakım müdahaleler yapıldı, ilaçlar başlandı. 2 ay, 4 ay belki 1 sene dendi buz gibi oldum. Sadece 3 haftacıkmış bilemedim…. Sonra yine kahırlandım eve geri döndüğümüzde acil bir durum olursa ne yaparım diye… Sanki anladın yavrum, beni çaresiz koymak istemedin; dönüş yoluna çıkacağımız günün gecesinde fenalaştın… Çok ızdırap çektin yavrum, bütün gece başındaydım, sabaha karşı artık yürüyemez olduğunda anladım, gidiyordun, nefesin çok cılızlaşmıştı, kıpırdamaya mecalin yoktu ama patinle sımsıkı kavradın parmağımı defalarca… Ah benim güzel oğlum sensizlik çok zormuş…

Aklımda hep o acı çektiğin son anların var… Seni tülbente sarışım var… Buz gibi havada ıslak toprağa bırakışım var… Rüyalarıma bari gel can oğlum, iyi olduğunu göster bana, güzel yüzünü göreyim. Seni çok özledim… Dilerim gittiğin yerde mutlusundur oğlum, dilerim başka bir boyutta tekrar bir araya geliriz. Benden yana kaygın olmasın sarım; evet seni kaybettiğim için çok üzgünüm, evet hala kocaman bir boşluk var içimde ama bil ki hayatımda olduğun 18 yıl boyunca bana verdiğin sevgi ve yaşattığın tüm o güzel anlar için sana minnettarım. Değil ki sadece 18 yıl, her anına her dakikasına değerdi… Varlığınla beni özel kıldın oğlum, böyle bir sevgiyi yaşayamamış diğer tüm insanlardan daha zenginim artık. Varlığınla hayatımı şenlendirdiğin, güzelleştirdiğin için sana çok teşekkür ederim yumoşum… Bir yerlerde beni görebildiğine inanıyorum ve seni çok çok seviyorum Limon’um, ömrüm, güzel kedim benim…Sevilay Arslan Özkırca

16 Şubat 2015  Ankara  Saat 09:50

                                                                                     

Paylaşmak önemsemektir!

Share

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Copy Protected by Chetan's WP-Copyprotect.